22 Haziran 2015 Pazartesi

Uzayda Sürtünme Kuvveti Var mıdır?


Doğada dört temel kuvvet vardır: Kütleçekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü kuvvet ve zayıf kuvvet.

Sürtünme kuvveti olarak bildiğimiz kuvvet ise temel bir kuvvet değildir. İki cisim arasındaki elektromanyetik etkileşimlerden meydana gelir. Atomları oluşturan protonlar ve elektronlar elektriksel olarak yüklü oldukları için tüm atomlar elektromanyetik kuvvetten etkilenir. Dolayısıyla yeryüzündeki ya da uzaydaki makroskobik herhangi iki cisim arasında sürtünme kuvveti vardır. 




Örneğin Uluslararası Uzay İstasyonu’nda çalışan bir astronot ellerini birbirine sürttüğü zaman Dünya’da olduğu gibi elleri ısınır. Benzer biçimde uzaydaki gaz ve toz bulutları da birbirine sürtünerek ısınır.


KOCA BİR OBUR GİBİ HER ŞEYİ İÇİNE ÇEKEN"KARA DELİKLER"





     Karadelikler aslında yoğunluğu oldukça yüksek yıldızlardır. Bu yüksek yoğunluktan dolayı da çekim güçleri fazladır. Öyle ki kendi ışıkları bile kara deliği terk edemez ve geri dönerler. Bu nedenle de gözle, teleskopla görülmezler. Onları bulmak kolay değildir. Ancak çevrelerindeki cisimlerin hareketlerinde bir anormallik görülürse tespit edilebilirler. Çünkü gök cisimlerinin yörüngelerinden sapmaları için onlara fazladan bir kuvvet etki etmesi gerekir. Böyle bir kuvvet etki etmediği içindir ki Dünya yörüngesinden sapmadan yoluna devam edebiliyor. Ancak bir cisme kara delik çekim kuvveti etki ederse o vakit cisim yörüngesini terk etmeye ve lavabodaki suyun lavabo deliği tarafından çekildiğinde ki gibi bir girdap hareketi yapmaya başlar. Bir süre sonra da imdat mesajları denilen ışınımlar yollamaya başlar. Bu sayede o bölgede bir kara delik olduğu ortaya çıkarılır.




     Bir kara deliğin nasıl oluştuğunu anlatabilmek için atası olan yıldızın oluşumundan başlamak gerekir. Evrende oldukça fazla miktarda gaz ve toz bulutları vardır. İşte bu gaz ve toz bulutlarının yoğun olduğu bölge kendi etrafında dönerek sıkışır ve çevrelerindeki gazı çekmeye başlarlar. Bu gazın büyük bir kısmı da hidrojen gazıdır. Etrafında döndükçe arkadaşlarını çeken hidrojen gazı yeterli büyüklüğe ulaştığında çevresine ışık vermeye ve enerji vermeye başlar. Bunu da yapısındaki dört hidrojen atomunu birleştirerek bir helyum atomuna çevirerek yapar. Yıldız hareketini devam ettirmek ve ısı enerjisini koruyabilmek için kendisine yeterli orandaki hidrojeni helyuma çevirir.  Büyük yıldızların yaşam süreleri daha azdır. Devasa kütlelerini korumak için daha fazla enerji üretmeleri gereklidir. Örnek verecek olursak; Güneş'e biçilen ömür on milyar yıl iken, güneşten on kat büyük bir yıldızın ömrü sadece 30 milyon yıl kadardır.

     
Hidrojen yakıtını bitiren yıldız, kütlece ağırlaşır ve bu seferde helyumu yakmaya başlar. Üç helyum atomu birleşerek bir karbon atomuna dönüşür. Bu dizi devam eder ve gittikçe ağırlaşan yıldız son olarak da karbon atomlarını demire dönüştürür ki bu artık o yıldızın hayalet haline gelmesini sağlar. Yıldızın çekirdeği demire dönüştüğünde artık enerji üretmez ve içe doğru patlayarak küçülür. Artık yıldız çevresine ışık vermeye çalışan ancak çekim gücü nedeniyle ışığını geri alan bir kara deliktir. 


    
 Kara deliklerle ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Kara deliğin yuttuğu bir cisim nereye gitmektedir sorusuna yanıt olarak bir grup evrenimize paralel başka bir evren olduğunu ve kara deliğin içine giren cismin diğer evrenden beyaz delikten çıktığını öne sürmüşlerdir. (ki bunların arasında Albert Einstein’da vardı.) Kimi gruplara göre ise kara delik bir mezarlıktır. Yuttuğu cismi alır ve hacmini ve kütlesini arttırır. Bunu yaparken de cisimden uzaya yayılan imdat sinyallerini cismin kılçığı sayar ve uzaya gönderir.

     Kara deliklerle ilgili bir başka teori ise zamanda yolculukla ilgili olandır. Şöyle ki: Işık hızının %99’u gibi bir hızla hareket edebilen bir uzay gemisi yaptığımızı düşünelim. Bu uzay gemisine binip kara deliğin çekim bölge sınırını yalayıp geçtiğimizde (ki aslında bu çok zor bir olaydır. Birkaç milimetrelik fark bile kara deliğin eline düşmenize neden olabilir) geleceğe yolculuk yapmış oluruz. Bu sırada da dışarıya baktığımızda biz kara deliğin sınırından geçerken uzaydaki yıldız ve galaksilerin çok hızlı hareket ettiklerini görürüz.
    
 Tabi bunlar tamamen varsayım. Einstein’ın genel görelilik teorisinden yola çıkılarak söylenen ifadeler. İnsana her ne kadar tuhaf ve çılgınca geliyorsa da şu unutulmamalıdır: Günümüzden 200 yıl önce biri çıkıp da televizyonlardan, bilgisayardan, cep telefonlarından, uçaklardan, metrolardan bahsetseydi, o zamanki insanlar nasıl karşılardı bunu. Çılgınca ve tuhaf.
     Ayrıca yine bir görüşe göre kara deliklerde kendi içlerinde sınıflara ayrılıyorlar. Durağan olanlar ve hareketli olanlar. Hareketli olanlar nispeten çok hızlılar ve çarptıkları cisimleri delip geçiyorlar. Bir rivayete göre Sibirya’da olan olay bir hareketli karadeliğin dünyaya çarpması. Günümüzde bile o bölgede daha yeni yeni otlar yeşermeye başlamış. Sibirya’daki o bölgedeki tüm orman bir anda yok olmuştu. Sebebi hala araştırılıyor. Ancak şu da mümkün tabi, bir gök taşının o bölgeye çarpmış olması. Bu seçenek akla daha yakın geliyor.
   

Tüm galaksilerin merkezlerinde devasa kara delikler vardır. Ve galaksi yıldızları bu kara deliklerin etrafında dönerler. Güneş'imiz de gezegenleriyle birlikte Samanyolu’nun etrafında dönmektedir. Bereket ki biz galaksi merkezinden bayağı uzaktayız.


21 Haziran 2015 Pazar

YAŞAMIN OLDUĞU BİLİNEN TEK GEZEGEN "DÜNYAMIZ"


     Güneş Sistemi'de bulunan nadide, eşsiz bir inci gibi parlayan Dünya'mız, 4.5 milyar yaşında olmasına ve insanoğlunun onca tahriplerine rağmen güzelliklerini hala korumakta ve insanoğlunun yaşamını sürdürmesine izin vermektedir. 






   Bilim adamları Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığının yaklaşık 150 milyon kilometre olduğunu belirtirler. Tabi bu uzaklık Dünya'nın güneş etrafında döndüğü süreç içerisinde yaz ve kış mevsimlerinde değişiklik göstermektedir. 





      Dünya Güneş etrafındaki dönüşünü 365 günde tamamlarken 3 ocakta Güneş'e en yakın ,4 temmuzda ise en uzak konumuna gelmektedir. Dünya'nın Samanyolu Galaksi'sinde mavi bir zümrüt taşı gibi parlaması atmosferinde bulunan oksijen gazıyla güneş ışınlarının etkileşime geçmesinin bir sonucudur. 

    Atmosfer dedikte peki bu atmosfer nedir? Ne işe yarar? Gelin Dünya'daki yaşamın en önemli etkenlerinden olan ve Dünya'yı çepeçevre saran bu örtüden kısaca bahsedelim.

 "Atmosfer altı katmandan oluşmaktadır. Bu katmanların her birinin kendine özgü görevleri vardır. Bu katmanlar sırasıyla Troposfer, Stratosfer, Ozonosfer, Mezosfer, İyonosfer ve Ekzosfer'dir. Atmosfer, Güneş'ten gelen zararlı ışınları absorbe ederek canlılara faydalı olan ışınların dünyaya ulaşmasında büyük önem taşır. Dünya'nın aşırı ısınmasını ve aşırı soğumasını engellediği gibi Güneş ışınlarının dağılmasını sağlayarak gölgede kalan kısımları da aydınlatır. Yağmurlar, rüzgarlar, hortumlar ve daha birçok meteorolojik olay atmosferde meydana gelir. Işığı, sesi, ısıyı geçirerek iletilmesini sağlar ki bu iletkenlik canlı yaşamı için son derece önemlidir. Uzaydan gelen meteorları parçalayarak bir nevi kalkan görevini de üstlenmiştir."

        Dünya'nın kendi ekseni etrafındaki dönüşü 23 saat 56 dakika 4 saniye sürmektedir. Dünya kutuplardan basık ekvatordan şişkin bir yapıya sahiptir ve bu yapıya "Geoid" denmektedir. Ekvator çapı 12756 km olan olan Dünya'nın ortalama yüzey sıcaklığı 15 °C'dir. Dünya'nın çekirdeğinde bulunan demir+nikel karışımı dünya döndükçe mıknatıslanmaya sebep olmaktadır.

    Dünya 'nın tek doğal uydusu Ay ise, Güneş Sistemi'ndeki 5. büyük doğal uydudur. Ay'da atmosfer olmadığından güneş ışınları direk Ay yüzeyine ulaşmaktadır. Ay'daki yüzey sıcaklığı 102 °C ‘ye çıkabildiği gibi gölgelerde -157 °C ‘ye kadar da düşebilmektedir. Bu da atmosferin varlığının Dünya ve üzerindeki canlıların yaşamı için ne kadar önemli olduğunu bir kere daha göstermektedir. 

   Dünya yüzeyi %70.8'i sulardan oluşurken karalar sadece %29.2'lik bir yer kaplar. Dünya kabuğunun yapısında %46 oksijen, %28 silikon, %11 kalsiyum, potasyum, magnezyum ve %8 alüminyum bulunur. Günümüzde kıta olarak adlandırdığımız kara parçaları yaklaşık 225 milyon yıl önce PANGEA adı verilen tek bir kara parçasından oluşmaktaydı. Yer kabuğu magma üzerinde yüzdüğü için sürekli hareket halindedir ve bu hareketlilik kıtaların günümüzdeki haline gelmesine neden olmuştur.

   

   Dünya,  yer kabuğu,yer mantosu,dış çekirdek ve iç çekirdekten oluşur. Aslında hepimiz 6000 derecelik bir ateş topunun üzerinde yaşıyoruz. Bizi bu ateş katmanlarından ayıran ise sadece 70 km kalınlığında bir yer kabuğu tabakasıdır. Dünya yaklaşık 4,5 milyar yıl önce tamamen gaz bulutlarından ibaretti ve beş jeolojik  zaman evresinden geçmiştir. Bu gaz bulutları kendi ekseninde dönerek içe doğru yoğunlaşmış ve dıştan soğuyarak günümüzde yaşayabileceğimiz yer kabuğu  oluşmuştur.
   İlkel zaman evresi yaklaşık 4 milyar yıl sürmüş. Kıta çekirdeği bu zaman evresinde oluşmuş,tek hücreli canlılar bu zaman evresinde oluşmaya başlamıştır. 600 milyon yıl önce sona ermiştir. Paleozoik zaman evresi 375 milyon yıl sürmüş, kara bitkileri, balığa benzer ilk organizmalar bu evrede ortaya çıkmaya başlamıştır.Mezozoik zaman evresi 160 milyon yıl sürmüş ve günümüzden 65 milyon yıl önce sona ermiştir. Ekvatoral ve soğuk iklimler bu dönemde oluşmaya başlarken dönemin hakimi dinozorlardı. Neozoik zaman evresi 63 milyon yıl sürmüş ve 2 milyon yıl önce sona ermiştir. Kıtalar bu günkü şeklini bu zaman evresinde almış. Günümüzdeki bitki topluluğu ve iklimler bu dönemin ürünüdür. Kuaterner zaman evresi ise iki milyon yıl önce başlamış ve hala devam etmektedir. Bu dönemde dört buzul çağı yaşanmış ve insan nesli bu dönemde ortaya çıkmıştır.




STEPHEN HAWKİNG'İN KEHANETLERİ


Stephen Hawking,  yaşayan en önemli teorik fizikçi, matematikçi ve kozmolog (evrenbilimci) olarak kabul edilir. 72 yaşındaki Hawking’in bilim dünyasına pek çok katkısı oldu. Dünyanın sonu ile ilgili karamsar yorumları ve tıp dünyasına meydan okuyan hastalığı ile tanınan Hawking’in, yazdığı kitaplar şu anda dahi hala popülerliğini korumakta. Hatta Stephen Hawking, kitaplarının çok satmasını şu cümleleri ile ifade etmiştir.
“Hayatım boyunca büyük sorularla yüzleşmekten büyük zevk aldım ve onlara bilimsel yanıtlar vermeye çabaladım. Belki de bu yüzden fizik üzerine yazdığım kitaplarla Madonna’nın seks üzerine yazdığı kitaplardan daha çok kitap sattım.”
Stephen Hawking, kozmoloji bilimine Einstein’dan sonra en büyük katkıyı sağlamış bilim adamı. Yirminci yüzyılın ikinci yarısının en büyük buluşunu yaptı. Uzay ve genel görelilik kuramının, big bang ile başlayıp kara deliklerle sonlandığını gösterdi. Bu sonuç, kuantum mekaniği ile genel görelilik kuramının birleştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. Bu birleşmenin bir sonucu da kara deliklerin aslında tamamen kara olmadığını, fakat radyasyon yayıp buharlaştıklarını ve görünmez olduklarını ortaya koyuyordu. Diğer bir sonuç da evrenin bir sonu ve sınırı olmadığıydı. Bu da evrenin başlangıcının tamamen bilimsel kurallar çerçevesinde meydana geldiği anlamına geliyordu.
Stephen Hawking, 2000 yılında BBC televizyonunda bir programa konuk oldu ve o programda ilginç bir olay meydana geldi. Tekerlekli sandalyesi üzerinde, sunucunun sorduğu sorulara bilgisayar ekranına yazarak cevap veren Hawking, küresel ısınmadan ve buzulların erimesinden bahsederken, Antarktika kıtasında, 45km uzunluğunda 17km2 bir buzdağı koptuğu haberi altyazı olarak geçti. Bunun üzerine BBC “Hawking falcı değil, istatistikler onun ne derece doğru söylediğini kanıtlıyor. Hawking ne kadar gerçekçi olduğunu konuşurken bile ispatladı.” açıklamasını yaptı.
Aynı programda, zamana karşı yarıştığımızı vurgulayan Hawking, bilim adamlarına da şu şekilde seslendi, “İnsanoğlu başka bir gezegen keşfedemezse, 1000 yıl içinde dünyayla birlikte yok olacak”. Stephen Hawking çok hızlı bir şekilde yeni bir gezegen bulmamız gerektiğini, aksi takdirde insan soyunun tükeneceğini söylüyordu. Hawking’e göre, önümüzdeki 100 yıl içerisinde iklim değişikliklerine bağlı hastalıklardan kaçınmak iyice zorlaşacak. Çok kırılgan olan dünyamızda yaşamamız, en fazla bin yıl daha sürecek. Stephen Hawking, dünyanın sonu gelmeden başka gezegenler keşfetmemiz gerektiğini, sorunun çözümünün artık dünya üzerinde olmadığını, uzaya yönelmemiz gerektiğini vurguladı.
Hawking 70. Yaş gününde BBC’nin radyo 4 kanalına konuk olduğunda da bilim adamlarına seslendi. Spikerin sorularını yanıtlayan Hawking, insan ırkının yok olmasının kaçınılmaz olduğunu, hastalıkların, nükleer savaşların ve küresel ısınmanın 1000 yıl içerisinde bizi yok oluşa doğru sürüklediğini söyledi. Başka gezegen bulup yerleşmemizi tekrar tekrar vurgulayan Hawking, şayet ikinci nükleer çağın kıyısına gelirsek, eşi görülmemiş bir iklim değişikliği yaşayacağımızı da söyledi. Aynı konuşmanın devamında, bu konuda hükümeti bilgilendirmeyi, liderlere insan ırkının yüzleştiği riskler konusunda öneriler vermeyi ise bilim adamlarının önemli bir sorumluluğu olduğunu da ekledi. Hawking, “Eğer biz de bilim adamlarının anladığı şekilde nükleer savaşın ve bunun getireceği yıkımın etkilerini görebilirsek,  insanoğlunun eylemlerinin ve teknolojinin de bir şekilde iklim değişikliğine neden olduğunu, belki de sonsuza kadar dünya üzerindeki yaşamı etkilediğini öğreniriz. Biz dünyada yaşayan insanlar,  bilgilerimizi, deneyimlerimizi paylaşmakla yükümlüyüz.” dedi.

EVRENİN YAŞI


Her ne kadar insanoğlu için “yaş” önemli bir konu olsa da söz konusu olan “Evren” olduğunda konu daha önemli bir hal alıyor. Araştırmacıların yaptığı açıklamalara göre Evren 13,8 milyar yaşında. Peki, bilim adamları evrenin doğum günü pastasının üstüne kaç mum koyulacağına nasıl karar verdi? Bilim adamları, evrenin yaşını hesaplamak için ancak şu iki farklı yöntemi kullanarak sonuca varmış olabilirler; evrendeki en eski nesne üzerinde araştırma yapılması ya da evrenin genişleme hızını bulma.

Yaş sınırı

Evren, içinde bulunan nesnelerden daha genç olamaz. En yaşlı yıldızların yaşlarını belirleyen bilim adamları, evrenin yaşı için bir sınır koymayı başarabildi.
Yıldızların yaşam döngüsü kütlelerine bağlıdır. Daha büyük kütleli yıldızlar küçük kütleye sahip yıldızlara oranla daha uzun yanar. Güneş'in 10 katı kütleye sahip bir yıldız 20 milyon yıl boyunca yanarken, Güneş'in kütlesinin ancak yarısına sahip olan bir yıldız 20 milyar yıl boyunca yanabilir. Ayrıca kütle, yıldızın parlaklığını da etkiler. Kütle ne kadar büyükse, parlaklık o kadar artar.

Kütle çekimi ile birbirine bağlı yıldız kümeleri de aynı karakteristik özelliklere sahiptir. Açık yıldız kümelerinin aksine, merkez yoğunlukları daha fazla olan küresel yıldız kümelerinde yaşları 11 ile 18 milyar arasında değişen yıldızlar bulunur. Küresel yıldız kümesinde, yıldızlar küre biçiminde olan bir gökada merkezi etrafında toplanırlar. Yıldızlar, kümeden bilim adamlarının hesapladığından daha uzaktaysa yıldız daha parlak olabileceği gibi, kütlesi de muhtemelen daha büyüktür. Yani hesaplanandan daha yaşlıdır.
Belirsizlik olsa da evrenin yaş sınırı çizilmiştir. Evren, en az 11 milyar yaşında olabilir; ancak bundan daha genç olması mümkün değildir.

Evren’in Genişlemesi

İçinde yaşadığımız evren düz ve değişmez değildir; sürekli genişler. Bilim adamları, evrenin genişleme hızını bilebilseydi, geriye dönük olarak araştırma yaparak evrenin yaşını tam olarak hesaplayabilirdi. Evren'in yaşını kilitli bir kutu olarak düşünürsek, bu kutuyu açacak olan anahtar, evrenin genişleme hızını  bulmaktan geçiyor.
Birçok farklı faktör, bu sabiti etkiler. Bunlardan biri maddenin türüdür. Bilim adamları, karanlık enerjiye neden olan karanlık maddeye karar vermelidir. Yoğunluk da, bu sabiti etkiler. Düşük yoğunlukta bir maddeden oluşan evren, madde-etkin bir evrenden daha yaşlıdır.
Bilim adamları, yoğunluğu saptamak için NASA'nın uzaya konumlandırılmış Wilkinson Microwave Anisotropy Probe (WMAP) ve Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA) Planck adlı uzay araçlarının verilerini kullanır. Büyük Patlama’dan geriye kalan radyasyon ve termal ısı ölçülerek; yoğunluk, evrenin genişleme hızı ve evren oluşumu hakkında verilere ulaşılabilir. Kozmik mikrodalga arka plan ışıması olarak da bilinen radyasyon WMAP ve Planck uzay araçları ile haritalandırılabilir. 

2012 yılında WMAP, evrenin yaşını 59 milyon yıllık bir belirsizlik söz konusu olsa da 13,772 milyar olarak hesapladı. 2013 yılında ise, Planck Evren'in yaşını 13,82 milyar olarak hesapladı.

YILDIZLAR NEDEN YANIP SÖNER?


Gökyüzüne baktığımızda yıldızları ve gezegenleri ayırt edebiliriz. Yıldızlar yanıp söner; ancak gezegenler yanıp sönmez. Yıldızlar, gezegenler, hatta Güneş ve Ay bile değişik miktarda da olsa yanıp söner. Yani atmosfer dışında konumlanmış her şey yanıp söner.
“Yanıp sönme” sözcük öbeği  “astronomik ışıldama/parlama” astronomik terim  olarak  ifade edilebilir. Her ne kadar yaşamak için atmosfere ihtiyaç duysalar da astronomi bilimi, bilim sahnesinde kendisine yer edindiği günden beri astronomların en büyük sorunu gökyüzündeki cisimlerin görüntülenmesini engelleyen atmosfer ve atmosferik türbülans olmuştur. Neden mi? Çünkü atmosfer, gözlem esnasında gökyüzünden görüntü alınırken bulanıklığa neden olmakla kalmaz bir de hava partikülleri görüntünün arka planında kirliliğe neden olur.
DÜNYAMIZIN ATMOSFER KATMANI

Yıldızların yanıp söner gibi görünmesinin de nedeni atmosferdir. Bir yıldızın ışığı atmosferden geçerken hava ısısındaki değişikliklerden dolayı kırılır. Bu da dünyadan bakıldığında ışığın yanıp sönüyormuş gibi görünmesine neden olur. Oysa aynı gözlem uzaydan yapılsa ışık sabit kalır.
Yıldızlar yanıp söner gibi görünürken gezegenlerin öyle görünmemesinin nedeni ise hem yıldızlara kıyasla dünyaya daha yakın olmaları hem de atmosferik koşullardan yıldızların ışığı kadar etkilenmiyor olmalarıdır.
Astronomlar, atmosferik türbülans ile iki şekilde mücadele eder:

Gözlemleri atmosferin üstünden yaparak:

HUBBLE TELESKOBU
Hubble Uzay Teleskobu, atmosferin dışında konumlandırılmış, atmosferin olumsuz etkilerinden (görüntüde bulanıklık ve partiküllerin oluşturduğu arka plan kirliliği vb.) bağımsız görüntü alınabilmesini sağlayan bir uzay teleskobu. Hubble, milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki galaksileri atmosferik kırılmalar olmadan çözümleyebilir.

Atmosferik türbülansın neden olduğu sapmaların etkisini azaltarak:

Kullanılan teleskopların çoğunda atmosferin neden olduğu kırılmaları yansıtarak etkisini azaltmayı hedefleyen uyarlanabilir optikler kullanılır.
Astronomlar kendi gözlem alanları içerisinde yapay bir yıldız yaratarak gökyüzüne güçlü bir lazer yansıtır. Çünkü yapay yıldızın nasıl göründüğünü bilirler, böylece atmosferin neden olduğu kırılmaların etkisini teleskopta ayırt edebilirler. Her ne kadar bu yöntem uzaya bir teleskop yerleştirmek kadar iyi bir yöntem olmasa da daha ucuzdur.

ASİ GEZEGEN VENÜS!


Komşu gezegenimiz olan Venüs birçok yönden tuhaf bir gezegendir. Öncelikle tüm gezegenlerin aksine doğudan batıya doğru döner. Yani Venüs’te Güneş batıdan doğar. Ekseni etrafındaki bir turu 243 günde tamamlarken Güneş çevresindeki tam turunu 224 günde tamamlar. Yani Venüs’te bir gün bir yıldan daha uzundur.
Birçok bilim adamı, Güneş'in gezegen üzerindeki güçlü çekiminin bu uzun günlere neden olduğunu düşünüyor. Ancak bilim adamları, hala Venüs’ün ters yönde dönmesi konusunda şaşkın. Fransız araştırma enstitüsü Astronomie et Systemes Dynamiques, konuyla ilgili bir teori açıkladı.
Mevcut teoriye göre, Venüs diğer gezegenler gibi aynı yönde dönüyordu şu an olduğu gibi. Diğer bir deyişle, gezegenin dönme yönü değişmedi; ancak diğer gezegenlere bakıldığında sadece farklı yönde dönüyor. Bilim adamları,  bunun nedeninin gezegen üzerindeki güneşin çekme gücünün fazla olabileceğini ve bunun güçlü atmosferik gelgitlere neden olabileceğini tartışıyor. Venüs’ün kabuğu ve çekirdeği arasındaki sürtünmeler ile birleşen bu gelgitler  ters dönmeye neden olmuş olabilir.
Alexander Correira ve Jacques Laskar ise,  Venüs’ün aslında en baştan beri ters yönde dönmediğini iddia ediyor. Correira ve Laskar’a göre, gezegenin dönüşü sekteye uğradı ve yön değiştirdi. Yukarıda bahsi geçen etkilerin yanı sıra diğer gezegenlerin neden olduğu gelgitlerin etkisini de dikkate alarak ekip, gezegende yaşanan evrim nedeniyle Venüs’ün ekseninin değiştiği sonucuna vardı. Ters yönde dönsün ya da dönmesin, ikisi ters yönde de dönse dört sabit dönüş yönüne sahip gezegenden biridir. Araştırmacılar, “Venüs’ün ters yönde dönen iki gezegenden daha kararlı olanı olabileceğini” de ekledi.

DÜNYANIN MANYETİK ALANI


Yaşadığımız yerin yaklaşık 3.200 kilometre kadar altında, dünyanın eriyik çekirdeğinde olan bitenler, biz farkında olmasak da, hayatımızın her gününe tesir ediyor. Burada; yaklaşık 5.700°C'deki, çoğunlukla sıvı demirden oluşan ve ayın hacminin üçte ikisine yakın büyüklüğe sahip olan devasa okyanus, görünmez bir kuvvetin oluşumunun sorumlusu. Jeodinamoyu göz önünde bulunduran kurama göre; sıvı demirin hareketi sonucu bir elektrik akımı oluşur ve bu akım manyetik alanların oluşumuna sebebiyet verir. Yüklü metal parçacıklar manyetik alanlardan geçerek devamlı ve döngüsel bir elektrik akımı yaratır. Çekirdekteki sıvı metalin daimi hareketine bağlı olarak bir miktar manyetik alan oluşur ve bu alan çekirdekte yeni akımlar oluşturur. Bu akımlar ise daha fazla manyetik alana sebep olarak geri beslemeli bir döngü yaratır.
Manyetizma, mıknatısın uyguladığı çekici ve itici güç ile hepimize tanıdık olan bir olgudur. Elektrikle bir araya geldiğinde ise günümüz teknolojisinin en temel ögelerinden biri haline gelir. Elektrik santrallerinden klasik tip televizyonlara kadar hemen her teknolojinin temelini oluşturur. Örneğin, bilgisayar sisteminin önemli bir parçası olan sabit disklerin temel çalışma prensibi, sabit disklerin manyetik materyallerden oluşmuş plaklarına bilgi depolamak üzerine kuruludur. Aslında, Dünya'nın kendisi de devasa bir mıknatıs özelliği gösterir. Aynı yer çekimi kuvveti gibi, pek de farkında olmadığımız fakat yaşamımızı genel anlamda etkiyen başka bir kuvvet ise manyetik alan kuvvetidir.

Dünya'nın çekirdeğinde oluşan manyetizma, şematik olarak, Güney Kutbu yakınlarında Dünya'dan çıkar ve gezegeninin etrafını dolaşarak Kuzey Kutbu yakınlarından tekrar çekirdeğe döner. Coğrafik ve manyetik kutuplar yakın olsa da aynı yerde değildir. Ayrıca manyetik kutuplar, Dünya'nın manyetik alanındaki değişimle birlikte yer değiştirirler. Verilere göre manyetik kutuplar, yirminci yüzyılın başlarında yılda 9 km yer değiştirirken son yıllarda artan ivmesiyle yer değişimini yılda yaklaşık 41 km'ye çıkarmış bulunuyor.
Manyetik alan Dünya'nın koruyucu güç tabakasıdır. Aynı kapalı bir alanın sağladığı koruyuculuk gibi, manyetik alan da Dünya'yı uzaydaki olumsuz hava koşulları ve radyasyondan korur. Galaksiler boyu esebilen radyasyon rüzgarlarının çoğu yıldız patlamalarından yayılan ve Dünya'ya zarar verebilecek parçacıklardan oluşur. Kaldı ki bunun için çok uzağa gitmemize gerek yoktur. Hali hazırda koca bir termonükleer fırın olan Güneş de patlamalar esnasında yüksek miktarda tehlikeli madde salınımına yol açar. Her birkaç saatte bir Dünya, Güneş'in çok sayıda yüklü parçacık püskürtmesiyle oluşan rüzgarlara maruz kalır. Bu olaya güneş rüzgarları (solar wind) da denir. Manyetizma sayesinde yüklü parçacıklardan oluşan rüzgarların etkinliği bastırılır; bu parçacıkların, Dünya'ya zarar vermeden, Dünya'nın çevresinden akması sağlanır. Bu akış esnasında oluşan enerji, Kuzey ve Güney Işıkları (aurora borealis) olarak belirli zamanlarda Dünya'da gözlemlenebilir hale gelir.


Yüklü parçacıklar, aynı bir metal telden geçen akım gibi manyetik alan çizgileri boyunca hareket eder. Güneş de Dünya'ya benzer ve çoğunlukla hidrojenden oluşan bir atmosfere sahiptir. Güneş, sahip olduğu yüksek ısının sağladığı enerjinin yardımıyla, solar sisteme manyetik alanı boyunca yüksek hızda ve yüklü parçacıklar yayar. Bu solar rüzgarlar Dünya'nın manyetik alanına etkiyerek manyetik alan çizgilerinin şekil değiştirmesine sebep olur. Manyetik etkileşim sonucu, Dünya'nın Güneş'e bakan yüzündeki manyetik açıdan güçlenen alan manyetosfer (magnetosfer); aksi yöndeki ve manyetik olarak yoğunluğu azalmış alan ise manyetik kuyruk (magnetotail) olarak adlandırılır. Solar rüzgarların Dünya'nın manyetik alanı üzerinde uyguladığı basınç enerji oluşumuna yol açar. Oluşan enerji devamlı olarak manyetosferde toplanır. Solar parçacıkların Güneş'e geri dönüşü için, kuyruk bölgesinden manyetosfere doğru akışı Dünya'nın iki ucu arasında elektrostatik bir potansiyel farkı oluşumuna sebebiyet verir. Oluşan voltaj, elektronların manyetik kutuplara doğru itilmesine neden olur. Manyetik alan çizgileri boyunca hızlanarak kutuplara itilen çok sayıda elektron atmosferin üst katmanlarına kadar aşağı doğrultuda itilir. İyonosferde elektronların gaz atomlarıyla çarpışması sonucu enerji açığa çıkar. Sonuç olarak iyonosferdeki gazlar parlamaya yol açar ve elektronların kutup alanlarının dışına doğru akışına olanak verir.  Bu gözlemlenebilir, renkli ve hareketli ışımalar Aurora olarak adlandırılır.
Manyetik alanın pusula iğnesini kuzeye saptırmaktan çok daha öte yaptırımları vardır: Dünya'nın, yaşayan bir gezegen olarak kalmasına yardım eder. Dünyanın aksine, en yakınımızdaki gezegenler olan Venüs ve Mars zayıf manyetik alanlara sahiptir. Bu durum ise onları güneş sistemi boyunca dolaşan ölümcül radyasyona karşı korumasız kılar. Öte yandan Dünya, manyetik alanı sayesinde milyarlarca yıldır yaşayan bir gezegen olarak uzayın derinliklerinde var olmayı sürdürüyor. Ancak, bu görünmez kalkanın gücünün her geçen gün zayıfladığı ortaya çıkarıldı; sıvı demirden oluşan eriyik çekirdeğin manyetik alanı oluşturma yeteneği azalıyor gibi görünüyor. Bu zayıflamanın, manyetik alanın kuvvetini bin yıl gibi nispeten oldukça kısa bir süre sonra kaybetmesine yol açacak kadar hızlı olması ise sonuca dair başka bir istenmeyen senaryoyu doğuruyor. Bilim adamlarını korkutan sorular, dünyanın gerçekten manyetik alanını kaybedebilip kaybedemeyeceği ve eğer kaybederse ne olacağı üzerine yoğunlaşıyor.
Manyetik alanın zayıflamasını araştıran bilim adamlarının, Dünya'nın manyetik alanının milyonlarca yıl öncesine uzanan kalıntılarını içinde barındıran ve Pasifik'in ortasında yer alan volkanik adaları incelemesiyle beklenmedik bir olasılık gündeme geldi. Kanıtlar manyetik alanın gücünde kademeli bir düşüşün aksine ani ve büyük manyetik değişiklere işaret ediyordu. Havaii Adaları'ndaki yanardağlar zamanla adaların oluşumuna olanak vermiş ve her lav katmanı püskürtüldüğü anın manyetik kaydını saklamayı başarmıştı. Soğuyan lavlarla gözlemlenebilir hale gelen manyetik kayıt, alanın şiddeti ve yönü hakkında bilgi veriebilecek niteliğe sahip. Kilauea yanardağından alınan soğumuş ve katılaşmış lav örnekleri Dünya'nın manyetik alanının yönünün farklı olduğu zaman dilimlerini açığa çıkarttı. Dünya'nın bilinen manyetik alan yönü güneyden kuzeye doğrudur; pusula iğnesinin kuzeye yönelimi de bu sebeptendir. Ancak yakın zamana ait lav örneklerinden elde edilen kayıtlar manyetik alanın yönünü kuzeye doğru işaret ederken eski lav örnekleri güneyi işaret ediyordu.  İlerleyen araştırmalar, ortalama her 200 bin yılda bir Dünya'nın manyetik alanının ani ve 180 derecelik bir değişime uğradığını gösterdi. Verilere göre son değişimi ise 780 bin yıl önce olmuştu. Dünya'nın manyetik alanının simüle edilmesiyle manyetik alandaki değişim bilgisayar ortamında da gözlemlenebilir hale geldi. Asıl dikkati çeken nokta ise yer değişiminden önce kutuplarda görülen manyetik zayıflamaydı. Bazı bilim adamları tarafından kabul görmemiş bir teori de olsa bulgular, Dünya'nın yeni bir manyetik taklaya doğru hızla ilerliyor olabileceği çıkarımını destekliyor. Manyetik alan şiddetindeki azalmanın kaç yıl daha süreceği öngörülemese de daha fazla kozmik ışınımın manyetik alanı aşarak yeryüzündeki radyasyon seviyesini artıracağı tahmin ediliyor. Henüz, manyetik alan kozmik radyasyonu yaşamın sık rastlanmadığı kuzey ve güney uçlara yönlendirerek devinimi sağlayabiliyor. Fakat zayıflama çok daha farklı kutupsal yapılaşmalara neden olabilecek, ki bu durum en azından kozmik radyasyona maruz kalacak bölgeleri farklılaştırabilecek. Manyetik alan zayıflamasının ardından manyetik gücünü kaybederek atmosferinin yapısını büyük ölçüde kaybeden Mars'ın aksine, Dünya'nın zayıflamadan sonra da manyetik takla sonucu kendisini toparlayabileceği fakat bu süreçte atmosferinin savunmasızlığından kaynaklı radyasyon artışının insanlığı etkileyeceği düşünülüyor.